Makale

Ahlakın-namusun cinsiyeti ve sınıfı

“Bizim” erkekler (ya da erkek akıllı toplum), ahlakına pek bir düşkündür. Ve elbet “ahlak” dedin mi de kadın gelir akla. Kadının pek tabii ki “ahlaklı”sını sever bu toplum; onu “yüceltir”, koyacak bir yer bulamaz. Kadın “ahlaksız”sa iş daha kolaydır, onu koyacak yer bellidir, tahtadan yapılmış bir mezar taşının önündeki toprak yığını yeter de artar ona. Namus mu, o zaten kadının soyadı gibi üzerine yapışmış, yıkasan çıkmaz, derini yüzsen atılmaz. Namus deyince akan sular durur, namusa halel getiren ölümlerden ölüm beğenir; herkesin bir başkasının namusu hakkında konuşması, yorum yapması makbuldendir.

Söylenen sözler hep gelip aynı noktada takılır; aç kalırsın, yiyecek ekmek bulamazsın, ama “namusunla” yaşarsın. 50 yaşın üstündeki babalarda en sık dile getirilen söz dizisidir; onlar “bu yaşlarına kadar” hep “namusları için” yaşamışlardır. Ama namusları için derken, elbette eşlerinin, kızlarının namusundan söz edilmektedir. Yoksa erkek için namus da ahlak da “elinin kiri”nden başka bir şey değildir. Onların ellerinde bizim alnımızdadır bu “kir”.

Tüm bu laf kalabalıklarının (artısı var eksisi yok) orta yerinde kadın vardır; Havva’nın yasak meyveyi yiyerek alnımıza bulaştırdığı “kara leke”yi silmek için ne yapsak nafile… Her çocuk bembeyaz bir kağıt gibi doğar da, geleceğin kadın adayları kız bebekler üzerlerinde bu leke ile dünyaya gelirler; o yüzden topluluk içinde aniden sesler kesildiğinde, derin bir sessizlik çöktüğünde “kız çocuk doğdu” denir halk arasında. Sessizlik kulakları sağır edecek kadar derindir… Utancın sessizliğidir çünkü bu… Erkek çocuk doğduğunda çalınan davulların, zurnaların sesine inat…

Yani lafın kısası ahlakın da, namusun da cinsiyeti olmadığını söylemek mümkün değil; ikisinin de cinsiyeti kadındır. Ve fakat sadece cinsiyeti değil bir de sınıfı vardır bu iki kavramın. Ekonomik durumuna göre, toplumsal statüne göre de değişirler. Durumlarda bir pekişme yaşanır, hem erkek ve hem de zenginsen; toplumun ahlak-namus anlayışının sınırları bir farklılaşır, yüz ifadeleri bile bir başka olur. Sadece erkeksen durum yine hoş karşılanır belki, yine bıyık altından gülücükler atılarak kızarmış ve de kınarmış gibi yapılır. “Vay sen ne hinoğluhinsin…” türünden omuzlara atılan şaplakların altında yatan onaylamadır. Ama zenginsen, ahlakın/namusun tozunu attırsan hayran çevren büyür, gözlerdeki bakışlarda bir imrenme, onaylamanın ötesinde bir hasetlik belirir.

Yani neymiş; ahlak-namus hem kadın hem de yoksulmuş!

Biri bu adamı durdursun!!!!!

İşte örnek: Zenginler zengini, kriz zamanında tam gaz büyüyen şirketleriyle gözümüze gözümüze sokulan, Forbes’in “en zengin 100 Türk”ünün ilk on sırasını kaçırmayan ALİ AĞAOĞLU…

Son birkaç yıldır, bu Ağaoğlu’nun hem iş hem özel yaşamında bilmediğimiz bir ayrıntı, anlatmadığı bir anısı kaldı mı hala bilmiyoruz ama medyanın reklamlarından magazin köşelerine kadar bu adam üzerimize faş ediliyor sürekli.

Ekranlardan taciz ediliyoruz; “iyi yaşamayı hak edenlere” satmaya çalıştığı evleri kendi evlerimizle karşılaştırıyoruz. “Bizim ev, acaba onun mutfağı kadar var mıdır?”, “villaların yüzme havuzları bizim mahallenin çukurlarına dolan sudan daha mı derindir acaba?” soruları meşgul ediyor bir süre kafamızı ama sonra vazgeçiyoruz karşılaştırma yapmaktan. Biz nasılsa o “iyi yaşamayı hak edenler” saflarına dahil değiliz.

Ama olmuyor, bu adam yaşamımızdan çıkmıyor bir türlü. O dergi senin, bu gazete benim, röportaj verip duruyor. Okumuyorum diyorsun, bu kez yapılan röportajın haberi yayımlanıyor. Kaçmak zor.

Röportajların temel konusu, bu adamın sevgilileri, eşleri… Hiç ara vermiyor, biri bitiyor biri başlıyor. Bir bakıyorsun, “20- 25 arası ideal, 25’ten sonrası yok bende” diyerek sevgililerinin yaşlarıyla gündemleşiyor; bir bakıyorsun, “Hep amelelerle uğraşacak değilim ya. Arada bir gezip hayatın tadını da çıkarıyorum“ diyerek sınıfını gözümüzün ortasına indiriyor. Eşiyle 10 küsur yıldır ayrı olduğu halde boşanmayışını bile yine aynı iğrençlikle açıklıyor: “Karım benim emniyet supabım. Kızlar bir süre sonra da ‘Hadi evlenelim’ diyor. Evli kalarak bu isteklerden kurtuluyorum.” Aymazlıkta sınır tanımıyor “İlk eşimden beş-altı çocuk istemiştim. İlk eşim daha fazla çocuk istemedi, ben de başkasından yaptım.” Vs. vs. vs.

Hadi, bu adam böyle de… Ya haberleri yapanlar, onunla görüşenler, bu röportajları okuyup altına yorum yazanlar… Ya onlara ne demeli? Kimse çıkıp da “ya kardeşim, sen nesin?” demiyor. Kimse “ya şu adamı biri durdursun” demiyor. Herkes kedinin ciğere baktığı gibi hayranlıkla dinliyor onu. Çünkü o zengin, çünkü o zengin bir erkek. Öyle ya, o zaman “ahlak bekçileri”, “namus bilirkişileri” susuveriyor. Çünkü hemen devreye ikiyüzlülüğümüz giriyor, kadın olsa “aşüfte”ye çıkacak olan isim, “gönüllerimizi fethediyor!” “Yakışır sana, kurban olayım” yorumları altında bu adam, medyanın hangi köşesini bulsa oradan tacizine devam edebiliyor bu şekilde.

Tıpkı, FEMEN üyesi kadınlar Türkiye’ye gelip de eylem yaptıkları sıra polis tarafından yaka paça götürüldükleri Yabancılar Şubesi’nin penceresinden slogan atarken, aşağıda toplaşıp “ha soyundular, ha soyunacaklar” diye ağızlarındaki salyalarla bakan kalabalıktan birinin sorulan soruya verdiği yanıt gibi “Burası İslam ülkesi, bizim ülkemizde bu ahlaksızlara yer yok” bile demiyor kimse, söz konusu ALİ AĞAOĞLU olduğu için. Söz konusu erkek ve zengin olduğu için. Onun sınıfının da cinsiyetinin de “namusla”, “ahlakla” işi olmaz çünkü. “Namus” da “ahlak” da biz kadınlara en çok da ezilen, yoksul kadınlara…


(İstanbul’dan bir YDK’lı)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu